Ülkemiz dışındaki dünyanın nerede ise tüm ülkelerinde savcılarla avukatlar duruşma salonunda aynı seviyede oturarak mesleklerini icra ederler.avukat ve savcılara göre daha yüksekte bulunan kürsüde sadece hakim oturur sağında ve solunda kims...e oturmaz ancak ülkemizde CHP diktatörlüğü zamanından kalma “devletçi” bir anlayışın tesiri ile devletin duruşma salonundaki temsilcisi olarak görülen savcı savunmanın temsilcileri olarak görülen avukatların yanından hiç olmaması gereken bir yere yani hakimin sağ tarafına çıkartılmıştır(Kürsünün savcının oturmasına imkan verecek şekilde sağa uzantılı yapılmasına biz avukatlar MARANGOZ HATASI der).Dolayısı ile ülkemizde savcılık kurumu hiç hak etmediği ve bulunmaması gerektiği halde Hakimle kürsüyü paylaşmıştır.Avukatlar ise; halk,savunma ve hukuka şüpheyle bakan Tek Parti Tiranlığı tarafından aşağıda bırakılmıştır.Çeşitli ülkelerde-ki bunlar içerisinde gelişmiş ülkeler olduğu gibi gelişmemiş ülkeler de vardır- duruşma usullerinde savcının hakimin kürsüsüne çıkması ve oturması demek hukuk uygulamasındaki en büyük skandal sayılır ve işin ilginç tarafı savcının hakimin sağ tarafında yer tutmasını gerektirecek ya da orada tuttuğu yeri garantileyen hiçbir mevzuat yoktur tamamen keyfi,saçma ve adaletin tecellisine olumsuz etkisi olan bir teamüldür.2005 yılı içerisinde “savcılık makamı temsilcilerinin duruşma salonlarında hakimin yanında oturmasını gerektiren,ona bu hakkı veren bir mevzuat olup olmadığının tarafıma bildirilmesini, böyle bir mevzuat yoksa uygulamaya son verilmesini Adalet Bakanlığına “ bizzat yazdığım bir dilekçe ile istedim ki gelecek olan cevabı önceden bile bile. Yaklaşık bir ay sonra dört gözle beklediğim cevap Adalet Bakanlığından geldi zarfı açtım içindeki cevap aslında aklımdaki cevaptı “…talebiniz mütalaa niteliğinde olduğundan cevap verilemeyecektir,imza daire başkanı Hakim Falanca”. Emin olunuz sorduğum soru mütalaa! nitelinde olmasaydı da Bakanlık cevap veremezdi çünkü Savcının kürsüde oturmasını sağlayan bir mevzuat yok.Bakanlığın yazdığım dilekçeye “mütalaa” vasfını yakıştırması Bilgi Edinme Kanununu by-pas etme amaçlıdır aslında.Savcıların yukarıda oturmalarının adeletin tecellisine! olumsuz bir tesirinin olmadığını savunan bazı hukukçulara benim tavsiyem şudur: madem savcıların orada bulunmalarının adaletin tecellisine olumsuz bir tesiri yok o zaman aşağıya iniversinler bizim yanımıza zaten NÖTR olarak bulundukları bir yerde bulunmakta ısrar etmenin bir anlamı yoktur! ya da avukatlar olarak biz de hakimin sol tarafındaki yere çıkıp oturalım öyle ya Savcı Hem mevcut uygulama Avukatlık Kanununa,Ceza Usul Kanununa tamamen aykırı olduğu gibi bir türlü benimseyemediğimiz evrensel hukuk müktesebatına ve uygulamasına da temelden aykırı ve saçmadır.Mevzuatta muhakemeyi ;İddia -savunma ve hüküm makamları olarak üçlü bir saç ayağı üzerine oturtacaksın savunmayı yani avukatları hukukun,muhakemenin ASLİ KURUCU UNSURU olarak göreceksin ama bunlardan ikisi yukarıya alıp savunmayı aşağıya alacak ve aşağılayacaksın,eşitlik muhakemenin yapıldığı salonu ve kürsüyü de kapsar,eşitlik zeminde eşit olmayı da kapsar. Değişik hukuk sitelerinde ne zaman bu saçmalığa son verilmesi talebinde bulunsam bazı meslektaşlarım beni FİTNE çıkartmağa çalışmakla suçlar Madem ben bu talebimden ötürü fitne çıkartıyorum o zaman ilgililerde fitnenin sebebini ortadan kaldırsınlar ki ben ve benim gibiler FETTANLIK yapmasın!Durumun farkında olan bazı Hakimler duruşma salonlarındaki bu saçmalığa avukatların oturdukları kürsüleri “merdivenle çıkılır hale ” getirmek suretiyle gidermeye çalışıyorlarsa da kendilerine teşekkür etmekle birlikte bu yeni nesil kürsüler de savcının oturduğu yerin tadını ,konforunu vermemektedir!Mevcut haksızlığın giderilmesi adına elime geçen ilk fırsatta kürsüye çıkıp oturmayı ve oradan inmemeyi (yanlış anlaşılmasın savcının ya da hakimin yerine değil kürsünün boş olan sol tarafına çadır kurmayı planlıyorum!) düşündüğüm gibi konuya temyiz sebebi olarak dayanıp Yargıtay’ın dikkate almaması halinde işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımayı planlıyorum.Aslında çözüm çok kolay Savcı kadrosunda çalışan hukukçuların tamamının Hakim olarak görev yapmalarının sağlanması,duruşma salonlarının bahsettiğim saçmalığa son verilecek şekilde yeniden dizayn edilmesi ve yeni atanacak savcılara bundan böyle aşağıda oturacaklarının başta söylenip benimsettirilmesi……..
SANAL AKADEMİ
siyasi,sosyal,ekonomik.......kısaca hayata dair yorumlar
29 Ağustos 2011 Pazartesi
MARANGOZ HATASININ ELEŞTİRİLMESİNE DAİR
27 Ağustos 2011 Cumartesi
"YENİLE YENİLE BİR GÜN YENMEYİ DE ÖĞRENİRİZ" SÖZÜ VE DELİ PETRO
Dağınık vaziyetteki Rus Milletini toparlayıp önce gerçek anlamda millet haline getiren sonrada yaptığı ıslahatlarla RUSYA’yı “dünyanın siyasi ve askeri geleceğinde büyük aktör ” haline getiren adeta Rusya’nın babası olan kişidir ÇAR 1. PETRO(Çar kelimesinin SEZAR’dan geldiğini ve orijinalinin CYZAR olduğunu önceki tarihli bir başka yazımda beyan etmiştim).Rusya’yı derleyip toplama çalışmaları sırasında gösterdiği fevkalade performansından,zekasından ve sıradışı hareketlerinden ötürü Osmanlılar tarafından kendisine “DELİ ” lakabı takılmıştır ve tarihimizde de DELİ PETRO olarak zikredilir.Rusya’nın toparlanması sırasında oluşturduğu Rus Ordusu İsveç Ordusu ile birkaç kez karşılaşmış her karşılaştığında “askeri disiplin ve askeri hafıza” olmadığından ötürü İsveç ordusu karşısında mağlup olunca bir kısım yabancı diplomat ya da iş bilmiş kıs kıs gülerek PETRO’ya “sizin ordu gene dağıldı “gibisinden alaylı sözler söylemişler bunun üzerine Deli Petro o efsanevi sözünü söylemiş “yenile yenile bir gün yenmeyi de öğreniriz” demiştir. Gerçekten de yenilgilerden akıllı sonuçlar çıkararak ordusunu en iyi şekilde techiz edip, disipline sokan Deli Petro; 27 Haziran 1709tarihli Poltava Savaşında İsveç Ordusunu perişan etmiş İsveç’i kuzeydeki büyük devlet kategorisinden atarak aynı kategoriye Rusya’yı sokmayı başarmıştır.Başarısızlık tek başına kötü değildir kötü olan başarısızlıklardan iyi neticeler çıkartamamaktır,limondan limonata yapamamaktır……….
AYNI OLAYDAN FARKLI HÜKÜMLER ÇIKABİLİR
RAHMAN,RAHİM ALLAH ADINA
…………..78-VE DAVUD ile Süleyman[ı da an]: Hani bu ikisi, bir topluluğa ait koyun sürüsünün geceleyin girip otladığı bir ekin hakkında hüküm vereceklerdi ve Biz de o'nların bu hükümlerine tanık idik;
79- ve bu olayda Süleyman'ın dâvâ konusunu [daha derinden] anlamasını sağladık; bununla birlikte, Biz her ikisine de sağlam bir muhakeme gücü ve ilim bahşetmiştik. (71) Ve Bizim sınırsız kudret ve yüceliğimizi anarken, dağı taşı ve kuşları (72) Davud'un çağrısına boyun eğdirdik; (73) ve Biz [dilediğimiz her şeyi] yapabilme kudretine sahibiz……..
Enbiya Suresi 78 ve 79.Ayetlerde atıf yapılan menkıbe incelendiğinde dava konusu olmuş bir hukuki olay hakkında bir kaç tane “ADİL HÜKÜM” verilebileceği, verilen hükümlerin bir birinden farklı gibi görünse de hepsinin adil olacağı ancak en rağbet gören ve desteklenmesi gerekenin “hakkaniyeti en iyi koruyanı” olduğu sonucuna varılır.Menkıbeye konu olayın şu olay olduğu Hz.Peygamber’in Sahabelerinin ittifakı ile sabittir:Davut Peygamber zamanında bir çobana ait koyun sürüsü, gece vakti yanlışlıkla/ihmal neticesi bir tarlaya girerek tarladaki ekinleri tahrip etmiştir.Ekinlerin sahibi “zararının karşılanması gerektiğini” iddia ederek koyun sahibi aleyhine Davut Peygambere müracaat etmiştir yani bir nevi dava açmıştır.Davut Peygamber olayı incelemek,davacı ve davalıyı dinlemek sureti ile muhakemeye başlamıştır. Muhakeme sırasında muhakemeyi Davut Peygamberin oğlu,genç yaştaki Süleyman Peygamber de izlemektedir.Muhakeme sonunda Davut Peygamber;koyun sürüsünün değeri ile tahrip edilen ekinlerin değeri birbirine denk olduğundan koyun sürüsünün ekin sahibine verilmesine karar vermiş ve hükmü açıklamaya başlamışken köşede bir yerde muhakemeyi izleyen Süleyman Peygamber açıklanan hükme “ekin sahibini memnun ederken koyun sahibinin ekonomik mahvına sebep olacağı ” nedeni ile itiraz etmiştir ve hükmü:Koyun sürüsünün bir yıllık yün,süt ve yavruları gibi semereleri ekin sahibine verilerek koyun sürüsünün sahibinde kalması ve sürü sahibinin tahrip edilen ekin tarlasındaki zararın azaltılmasına yardımcı olması gerektiği şeklinde yeniden kurmuştur.Böylece Bahsedilen ayette her iki hükmünde doğru olduğu ancak Süleyman Peygamberin hükmünün hakkaniyete daha uygun olduğu zikredilerek her iki peygamber de Allah tarafından övülmüştür
Enbiya Suresi 78 ve 79.Ayetlerde atıf yapılan menkıbe incelendiğinde dava konusu olmuş bir hukuki olay hakkında bir kaç tane “ADİL HÜKÜM” verilebileceği, verilen hükümlerin bir birinden farklı gibi görünse de hepsinin adil olacağı ancak en rağbet gören ve desteklenmesi gerekenin “hakkaniyeti en iyi koruyanı” olduğu sonucuna varılır.Menkıbeye konu olayın şu olay olduğu Hz.Peygamber’in Sahabelerinin ittifakı ile sabittir:Davut Peygamber zamanında bir çobana ait koyun sürüsü, gece vakti yanlışlıkla/ihmal neticesi bir tarlaya girerek tarladaki ekinleri tahrip etmiştir.Ekinlerin sahibi “zararının karşılanması gerektiğini” iddia ederek koyun sahibi aleyhine Davut Peygambere müracaat etmiştir yani bir nevi dava açmıştır.Davut Peygamber olayı incelemek,davacı ve davalıyı dinlemek sureti ile muhakemeye başlamıştır. Muhakeme sırasında muhakemeyi Davut Peygamberin oğlu,genç yaştaki Süleyman Peygamber de izlemektedir.Muhakeme sonunda Davut Peygamber;koyun sürüsünün değeri ile tahrip edilen ekinlerin değeri birbirine denk olduğundan koyun sürüsünün ekin sahibine verilmesine karar vermiş ve hükmü açıklamaya başlamışken köşede bir yerde muhakemeyi izleyen Süleyman Peygamber açıklanan hükme “ekin sahibini memnun ederken koyun sahibinin ekonomik mahvına sebep olacağı ” nedeni ile itiraz etmiştir ve hükmü:Koyun sürüsünün bir yıllık yün,süt ve yavruları gibi semereleri ekin sahibine verilerek koyun sürüsünün sahibinde kalması ve sürü sahibinin tahrip edilen ekin tarlasındaki zararın azaltılmasına yardımcı olması gerektiği şeklinde yeniden kurmuştur.Böylece Bahsedilen ayette her iki hükmünde doğru olduğu ancak Süleyman Peygamberin hükmünün hakkaniyete daha uygun olduğu zikredilerek her iki peygamber de Allah tarafından övülmüştür
BASKI ALTINDAKİ HALKLARIN İKİYÜZLÜLÜĞÜNÜN MEŞRULUĞUNA DAİR
Diktatörlüğün olduğu ülkelerde halk;kendi özgürlük,değer şeref ve haysiyetini koruyabilmek için despot rejime itaat etmiş gibi görünür.Hatta despot rejimi ve lideri sözle ve fiille desteklemek adına ne yapılması gerekiyorsa onları yapıyor g...örünür,diktatör ve rejimi; halkın bu davranışına umumiyetle iyiye alamet sayıp inanır sadece çeşitli haber alma vasıtaları sayesinde bulabildiği,tesbit edebildiği hainleri! ceza ve angaryalarla susturmaya çalışır,aslında halkın itaat ediyor görünmesi “güçlü esen rüzgar karşısında kırılmamak için eğilen ağaçlara ” benzer. Rüzgar güçlü iken direniş az ve itaat ediyormuş görüntüsü fazladır rüzgarın şiddeti azaldıkça direniş şiddetlenir ve sonuç diktatörün sonudur.Bu iki -yüzlülük birbirinin içine o kadar geçmiştir ki dün diktatörün en ateşli savunucusu olan kişi bu gün en şiddetli muhalif oluverir.Halkların bu iki-yüzlülüğü insani ikiyüzlülükten ayrı olarak takdir edilmesi hoş görülmesi gereken bir harekettir çünkü diktatör’e karşı mücadele bunu gerektirir ve tamamen meşrudur.Dünya;halkın bu haklı iki-yüzlülüğünü 21 Aralık 1989tarihinde başlayan Romanya Devrimi ile görmüştür,40 yıla yakındır Romanya halkını kene gibi sömüren komünist rejimin lideri Çavuşesku kırk yıldır yaptığı gibi Romanya halkını “komünist palavralarını ” anlatmak üzere Devrim Meydanına çağırmıştır.Romanya Halkı her zaman olduğu gibi komünist palavraları dinlemek üzere Çavuşesku’ya sadık,ateşli bir komünist görüntüsü vererek Devrim Meydanında toplanmıştır.Diktatör palavralarını saymaya başladığı bir sırada “halkın iki yüzlülüğü ” bitmiş kalabalık önce kızgın bir arı sürüsü gibi bir uğultu halinde isyana başlamış ısınma uğultusu bitince bu defa açıktan kükreyen bir aslan haline gelivermiştir,Komünistleri n Devrim Meydanında toplanan halk aynı meydandan ülkenin her tarafına haklı devrim ateşini yayıvermiştir.O meydanda Kahraman Romanya Halkının hafiften bir uğultu ile başlayan ve gittikçe artan şiddetteki hürriyet kükremesi ve bunun karşılığında diktatörün gittikçe artan aptallaşmış görüntüsü ve bu görüntünün sesine yansımışlığı ve arkasından Allooooooo,alloooo diyen saçmalıkları ve arkasından meydandan kaçışı izlenmeye değerdir(bknz: http://www.youtube.com/wat ch?v=YV6v2Hwe3Fs&feature=r elated) ve 21 Aralığı takip eden dört gün içerisinde “insanlığın gördüğü en büyük firavunlardan olan” Çavuşesku ve karısı Romanya Halkına karşı işlediği suçların bedelini “Zulm ile abad olanın sonu berbad olur ”sözünde tasvir edildiği gibi bir duvar dibinde kurşuna dizilerek ödemişlerdir(bknz. muhakeme sonrasında ellerinin bağlanması ve kurşuna dizilmeleri ile ilgili:http://www.youtube.com/wat ch?v=KfDOAP20ASI&feature=r elated).Kızıl Faşizme karşı 20.yüzyılda verdikleri ünlü direnişleri nedeni ile -hafızalardan asla silinmemeyi ve her daim hatırlanmayı hak eden- 1956 direnişindeki Kahraman Macaristan Halkını,1968 direnişindeki Çekoslavakya Halkını ve 1989 direniş ve devrimindeki Kahraman Romanya Halkını,Berlin Duvarını deviren Alman Halkını ve adını zikredemediğim diğer halkları saygı ile anıyorum……….
KIZIL ORDUDAN FİRAR ŞEREF Mİ ?ŞEREFSİZLİK Mİ?
Lise de okurken kendisini sevdiğim ancak fikirlerini hiç sevmediğim edebiyat öğretmenlerimden birisi Cengiz AYTMATOV’un bir kitabı ile ilgili yorumlar yapıyordu,yaptığı yorumlarda kitabın kahramanlarından birisi olan asker şahıs 2.dünya sa...vaşı sırasında Almanlara karşı savaşan Rus Kızıl Ordusundan firar etmişti,firari askerin Kızıl Ordudan firarını alçaklık-namussuzluk ve şerefsizlik olarak vasıflandırıp sizce de öyle değil mi diye sorunca ben: Hayır bilakis çok şerefli ve namuslu bir harekettir çünkü Kızıl Ordu gibi emperyalist bir ordu adına savaşmak en büyük alçaklık ve şerefsizliktir,bataklıkta kalmakla şeref ve haysiyet muhafaza edilemez,kurtuluş; bataklıktan çıkmakla mümkündür,Kızıl ordudan firar aslında öğülesi bir harekettir deyince Hocam kıpkırmızı kesilmiş ve bir daha cevap verememişti.O zaman inanarak verdiğim o cevabın kendimce ne kadar isabetli olduğunu 28 Kasım 2010günlü Facebook yazımda da zikrettiğim üzere KATİN KATLİAMI’nın Sovyetlerce yapıldığının Rusya tarafından resmen kabul edilmesi ile bir daha tecrübe etmiş oldum…………
ALİ İHSAN PAŞA
Birinci Dünya Savaşında büyük başarıları olan Ali İhsan PAŞA(Ali İhsan Sabis) 23 Şubat 1919tarihinde Konya da tutuklanarak İngilizler tarafından Malta’ya Sürgüne gönderilmiştir.Malta Sürgününden kaçarak mı kurtulduğu yoksa hakkındaki suçlam...aların asılsızlığının anlaşılması üzerine Haziran 1921 senesinde tahliye mi edildiği hususunda net bir bilgi bulunmamaktadır ve Malta’daki sürgünden “yabancı bir gemi kaptanı ile kendisini Silifke’ye indirmesi karşılığında,kaçırma ve yolculuk bedelinin Silifke de ödeneceği hususunda anlaştıkları,büyükçe bir varil içerisinde gemiye sokulduğu ” akabinde kaptanın anlaşıldığı gibi kendisini Silifke’ye getirmesi suretiyle kurtulduğu yönünde rivayetler vardır.Gene rivayetlere göre Silifke’ye çıkar çıkmaz Ülkenin tamamında ve tabi olarak Silifke ve civar ilçelerde askeri mahkemelerin “asker kaçaklarını sorgusuz sualsiz astığını içlerinde suçsuz insanlarında asıldığını ” görerek derhal bizzat Mustafa Kemal’e “sen ne yapıyorsun?zaten yıllar süren savaşlar nedeni ile ülkede erkek nüfusu kalmadı,belki kaçan askerler nedeni ile yeni nesil sahibi olmak ihtimalimiz olur,kaçakların asılması yanlıştır,kaçmak onlardan yakalayıp getirmek bizden ” şeklinde telgraf çekerek asker kaçaklarına karşı askeri mahkemelerin tutumunun değişmesine ve yumuşamasına sebep olmuştur.İngilizlerin ellerine geçirdikleri Osmanlı Askeri Beyinlerini öyle kolayca tahliye etmeyecekleri hele hele 1921 senesinde hiç mi hiç tahliye etmeyecekleri mantığın ve konjonktürün icabı olduğundan sürgünden kaçarak kurtulmuş olması kuvvetle muhtemeldir.Ayrıca Kurtuluş Savaşı Sırasında İsmet İnönü'yü "beceriksiz ve askeri bilgisi kıt birisi " olmakla suçladığı için entrika ile emekliye sevk edilmiş Kurtuluş Savaşı'nın "ismi fazla zikredilmeyen" gerçek kahramanlarındandır.Hakkındaki bilgiler için bknz: http://tr.wikipedia.org/wi ki/Ali_%C4%B0hsan_Sabis
SANDAL AĞACI
Maki bitkisi içerisinde beni en çok cezbeden ağaç türü; SANDAL’dır(literatürdeki adı arbutus andrachne’dir).Bir çok ağaca göre bir hayli hızlı büyür,dayanıklıdır ve harikulede yaprak ve kütük rengi vardır.Kök yapısı nedeni ile kütükleri kesilse bile aynı kök sisteminin bir tarafından tekrar filiz verir,filizleri de son derece nazlıdır, Anamurluların sıfatlaması ile “Zıvlan zıvlan’dır”. Olgunlaştığında fazla yememek kaydı ile lezzetli çilekleri vardır.Kütüğünün kırmızı-pembe-yeşil karışımı özel rengi bir Yaradılış harikasıdır.Kabuğunun üzerinde biriktirdiği (un serpilmişe benzeyen ama gerçekte gövdesinden dışarıya attığı) kireç tozunu elimle temizlemek ve gövdesinin pürüzsüz-ipeksi yapısını ve kendisine has soğukluğunu hissetmek Yaradılışa olan inancımı tazeler.Senede bir kere büyümek, bir yıllık dertlerinden,tasalarından kurtulmak ve biyolojik olarak “resetlenmek” amacı ile yaptığı kabuk atma/değiştirme özelliği ise hayran olunası,üzerinde kafa yorulası bir başka harikalığıdır.Kalbimizdeki Akdeniz’in kadim sembolüdür Sandal Ağacı, eğer Akdeniz diye bir ülke ve Akdenizli diye halk olsa bayrağına sembol olası bir ağaçtır sandal ağacı, Kanada ve Lübnan bayraklarındaki semboller gibi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)